Cumartesi, Ekim 31
raindrops keep falling on my head.
biraz daha yağmur yağarsa okula salla gidicez yarın. bana göre hava hoş gerçi, sal yapıp okula gitmek taksime giden dolmuş bulmaktan daha kolay olsa gerek.
Çarşamba, Ekim 28
Pazartesi, Ekim 26
bipolar.
Printer'ımın siyah mürekkebinin bitmesini seviyorum.
Çünkü sadece o zaman renkli mürekkeple basmak aklıma geliyor sıkıcı metinlerimi.
Çünkü sadece o zaman renkli mürekkeple basmak aklıma geliyor sıkıcı metinlerimi.
Pazar, Ekim 25
Cumartesi, Ekim 24
tavşan besleyene kılavuz.
1.
Tavşan besleyen,
havuç da yetiştirmelidir.
2.
Tavşan besleyen,
evinde attığı her adıma da
dikkat etmelidir ——
tavşan, kendisine havuç verenin
ayaklarını tanır; zıplaya zıplaya,
geliverir...
3.
Tavşan besleyen,
evdeki bitkilerini de emniyete almalıdır —
hatta, kağıtlarını ve kitaplarını ve espadrillerini
ve halılarının püsküllerini ve yırtık blue-jean'lerinin
açıkta kalmış ipliklerini bile —— tavşan,
kemirebileceği herşeyi kemirir.
4.
Tavşan besleyen,
pazardan, maydanozu beşli demetlerle;
pancarları ve turpları, sapları;
kıvırcık ve marulları da, dış yaprakları
kesilip atılmadan almalıdır.
5.
Tavşan besleyen,
meyve ve sebzeleri —örneğin armutları
ve patatesleri— soyar ve ayıklarken,
olağan durumlarda olduğundan daha müsrif davranmayı da
öğrenmelidir —— tavşan besleyen için kendi yiyemeyeceği
ya da yemediği bitki kabukları, sapları, kökleri,
'çöp' değildir, artık...
6.
Tavşan besleyen,
evinin içindeki bütün geliş-gidişlerini,
gerçi hiçbir yargıda bulunmadan, izleyen;
ama, sürekli üzerinde tuttuğu gözüyle
çok temel bir talepte bulunan, bir canlı ile birlikte yaşamayı
—— onun varlık talebini
hesaba katmayı da, öğrenmelidir.
7.
Tavşan besleyen,
arada bir, iç çamaşırlarına dek
—pekâlâ : kokusuzca; ama, sıcak sıcak
ve yapış yapış...— ıslatılmayı da göze almalıdır ——
ya da, gecenin bir vakti, yatağında, koynunda,
kıpır kıpır bir canlı bulmayı...
8.
Tavşan besleyen,
ortalık fazlaca uzun bir süre hareketsiz kaldığında,
hemen şüphelenmelidir :
ya halıların püskülleri, ya balkondaki bitkiler,
ya da kurumaları için kitap yığınlarının üstüne,
gazete kağıtlarına serdiği kereviz yaprakları,
tehlikededir.
9.
Tavşan besleyen,
birlikte yaşadığı varlığın —canlının—, kendisini,
kendi hiç de ihtimal veremeyeceği —yakıştıramayacağı—
ölçüde iyi izleyebildiğini, hatta anlayabildiğini, giderek
tanıdığını ve bildiğini de hesaba katmalıdır
—bu böyleyse, bu bilginin nasıl birşey olduğunu
hiçbirzaman bilemeyeceğini bilse—;
bu, yalnızca kendi kurduğu birşeyse de; bunu da, pekâlâ,
bilse, bile...
10.
Tavşan besleyen,
bütün yakınlaşma çabalarının yanlış anlaşılmasına;
ama, her yakınlaşma çabasına karşılık hemen bir
yakınlaşma bulmaya da alışmalıdır ——
bunun, giderek, ne denli anlamsız olduğunu
anlasa da —— kendini hiç korkmadan ayaklarına
atan bir canlının bu korkusuzluğunun —güveninin(?)...—
nereden kaynaklanabileceğini de hesaba katarak...
11.
Tavşan besleyen,
daha önce ne yapmış olursa olsun,
en ufak bir yakınlaşma girişiminde
bulunduğunda, bütün geçmiş yapılanları unutup
—bağışlayıp(!)— yakınlaşacak
bir canlının sorumluluğunu üstlenmeye de hazır
olmalıdır —— bunun ne denli
anlamsız olduğunu bile bile...
12.
Tavşan besleyen,
kendisini sürekli anlamağa çalışan;
ama, hiçbirzaman anlayamayacak
—sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman
yakınlaşamayacak— bir varlığı anlamağa;
ona yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir ——
bile bile...
13.
Tavşan besleyen,
uzaktan ve sessizce kargışlanmaya da hazırlıklı olmalıdır
—— arada, gözlerinin içine —garip bir biçimde
anlayarak, bilerek— bakıldığını kurmaya da...
Oruç Aruoba
Uzak
Metis Yayınları
Tavşan besleyen,
havuç da yetiştirmelidir.
2.
Tavşan besleyen,
evinde attığı her adıma da
dikkat etmelidir ——
tavşan, kendisine havuç verenin
ayaklarını tanır; zıplaya zıplaya,
geliverir...
3.
Tavşan besleyen,
evdeki bitkilerini de emniyete almalıdır —
hatta, kağıtlarını ve kitaplarını ve espadrillerini
ve halılarının püsküllerini ve yırtık blue-jean'lerinin
açıkta kalmış ipliklerini bile —— tavşan,
kemirebileceği herşeyi kemirir.
4.
Tavşan besleyen,
pazardan, maydanozu beşli demetlerle;
pancarları ve turpları, sapları;
kıvırcık ve marulları da, dış yaprakları
kesilip atılmadan almalıdır.
5.
Tavşan besleyen,
meyve ve sebzeleri —örneğin armutları
ve patatesleri— soyar ve ayıklarken,
olağan durumlarda olduğundan daha müsrif davranmayı da
öğrenmelidir —— tavşan besleyen için kendi yiyemeyeceği
ya da yemediği bitki kabukları, sapları, kökleri,
'çöp' değildir, artık...
6.
Tavşan besleyen,
evinin içindeki bütün geliş-gidişlerini,
gerçi hiçbir yargıda bulunmadan, izleyen;
ama, sürekli üzerinde tuttuğu gözüyle
çok temel bir talepte bulunan, bir canlı ile birlikte yaşamayı
—— onun varlık talebini
hesaba katmayı da, öğrenmelidir.
7.
Tavşan besleyen,
arada bir, iç çamaşırlarına dek
—pekâlâ : kokusuzca; ama, sıcak sıcak
ve yapış yapış...— ıslatılmayı da göze almalıdır ——
ya da, gecenin bir vakti, yatağında, koynunda,
kıpır kıpır bir canlı bulmayı...
8.
Tavşan besleyen,
ortalık fazlaca uzun bir süre hareketsiz kaldığında,
hemen şüphelenmelidir :
ya halıların püskülleri, ya balkondaki bitkiler,
ya da kurumaları için kitap yığınlarının üstüne,
gazete kağıtlarına serdiği kereviz yaprakları,
tehlikededir.
9.
Tavşan besleyen,
birlikte yaşadığı varlığın —canlının—, kendisini,
kendi hiç de ihtimal veremeyeceği —yakıştıramayacağı—
ölçüde iyi izleyebildiğini, hatta anlayabildiğini, giderek
tanıdığını ve bildiğini de hesaba katmalıdır
—bu böyleyse, bu bilginin nasıl birşey olduğunu
hiçbirzaman bilemeyeceğini bilse—;
bu, yalnızca kendi kurduğu birşeyse de; bunu da, pekâlâ,
bilse, bile...
10.
Tavşan besleyen,
bütün yakınlaşma çabalarının yanlış anlaşılmasına;
ama, her yakınlaşma çabasına karşılık hemen bir
yakınlaşma bulmaya da alışmalıdır ——
bunun, giderek, ne denli anlamsız olduğunu
anlasa da —— kendini hiç korkmadan ayaklarına
atan bir canlının bu korkusuzluğunun —güveninin(?)...—
nereden kaynaklanabileceğini de hesaba katarak...
11.
Tavşan besleyen,
daha önce ne yapmış olursa olsun,
en ufak bir yakınlaşma girişiminde
bulunduğunda, bütün geçmiş yapılanları unutup
—bağışlayıp(!)— yakınlaşacak
bir canlının sorumluluğunu üstlenmeye de hazır
olmalıdır —— bunun ne denli
anlamsız olduğunu bile bile...
12.
Tavşan besleyen,
kendisini sürekli anlamağa çalışan;
ama, hiçbirzaman anlayamayacak
—sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman
yakınlaşamayacak— bir varlığı anlamağa;
ona yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir ——
bile bile...
13.
Tavşan besleyen,
uzaktan ve sessizce kargışlanmaya da hazırlıklı olmalıdır
—— arada, gözlerinin içine —garip bir biçimde
anlayarak, bilerek— bakıldığını kurmaya da...
Oruç Aruoba
Uzak
Metis Yayınları
Çarşamba, Ekim 21
life is a vegetable etc.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Et_cetera
"Birçok sebzeye ihtiyacımız var: pırasa, ıspanak, kereviz, et cetera."
Pazar, Ekim 18
Cuma, Ekim 16
Çarşamba, Ekim 14
ne var yani biz kahve içeriz ve bundan da mutluluk duyarız.
Okul makinalarındaki kahvelerin markasını falan değiştirmişler sanırım. tadları korkunç. Sorun değil, yine de içerim; kahve gibi kokuyor çünkü diye düşünerek günde 10 tane içtikten sonra aklımı kaçırma riskiyle bu alışkanlıktan vazgeçip, bunun üzerine diğer korkunç kahve partikülleri içeren john's coffee'den içmeye başlayıp; her kahveye 1 TL değil de 3,00 TL vermeye başlayınca sanki daha az içmeye başladım.
Heyhat! Tanrım sen okuldaki kahve satan firmayı iflas ettir.
Zaten eskiden John's Coffee tarafından işletilen Markiz Pastanesi de, terk eylenmiş yine John's Coffee tarafından. Artık orası yemek bıttırısı.
Pazartesi, Ekim 12
yaz.
Yaz. Güneş doğunca havanın sıcak olduğu dönem. Oldukça sıcak. En sevilen yemeği dondurmadır. Ama tuhaftır ki yazın dondurma yemek imkânsızdır. Çünkü hava öylesine sıcaktır ki dondurma ağzınızdan çok ellerinizi sevindirmeye çalışır.
Kışın dondurma yemek de boğazınızı dondurur. Kar yağarken mesela, dondurmanız yemeye hazırdır, ama yemek mümkün değildir. Sonracıma canınız hiç giyinmek istemez, hep çıplak gezmek istersiniz ama toplum tarafından dışlanmak istemezsiniz. Okul yoktur mesela, ama bir süre sonra zaten evde oturmaktan sıkılacağınız için okulun açılmasını istersiniz. Yani üç mevsim boyunca beklersiniz, gelir, o zaman da aman şu yaz bitsin dersiniz. Ya siz tuhafsınız ya da yaz gereksiz.
Sonracıma, el ele tutuşamazsınız. Eliniz kayıverir hemen. Ama denize girersiniz. Denizde el ele tutuşabilirsiniz pekâlâ. Kumdan kale yaparsınız. Kumları eleğe koyar taşları ayıklarsınız. Sonra biriktirdiklerinizi kuma gömersiniz. Kışın rüzgârlar ve taşan dalgalar ise yine onları gün yüzüne çıkartır.
Yani kış daha gerçekçidir.
Belki de yaz hayallerle dolu olduğundan bu kadar sevilir. Ne de olsa doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Kışa da yazık. Hem kışın kumlara basınca ayağınız yanmaz. Ama kum da bulamazsınız. Çizmeler giyersiniz. Atkı takarsınız, bere takarsınız. Kazaklar giyersiniz. Kum elerken çıkabilecek değerli şeylerden mahrum kaldığınızı düşünebilirsiniz ama o da ne, karın içinde bir parıltı var!
Hem karın kokusu gelmeden duyulabilir, ya da sadece kışı sevenler hissedebilirler karın geldiğini. Yazı sevenler de, kollarını koklarlar deniz ve tuz kokusunu almak için. Güneş de kokar hem teniniz. Ama yazı seviyorsanız.
Sevmek zorunda değilsiniz.
Sonbaharı da sevebilirsiniz. Ama ben güzü çok stresli bulurum. Melankolik? Hayır.
Ama stresli. Şöyle ki; her yerden şöyle nidalar yükselir: Bu düşen de ne, tanrım bir yaprak! Hayır, olamaz!! Yooo!!
Yazı sevenler tüm sonbaharı işte böyle üzülerek geçirirler.
Sonra da yapraklar belediyenin çöpçüleri onları toplayıp kaldırım kenarlarında biriktirecek kadar çoğaldığında, onları var güçleriyle ezerler.
Mesela belediyenin çöpçüleri sonbaharı sevmez.
Kışı sevmez.
Yazı hiç sevmez.
Ama ilkbaharı severler. Çünkü ilkbahar ne çalışırken onları terletir, ne de ortada toplanacak yaprak vardır. İlkbaharda, çiçekler vardır. Yani doğa bu sefer dağıtmaz, toplar. O yüzden ortalığı toplamaya gerek yoktur.
İlkbahar aylarında belediyenin çöpçülerine baktığınızda banklarda yüzlerini güneşe verip dinlendiklerini görürüz. Süpürgelerinin ucundaki sürtülmekten erimiş dallar da dinlenir.
Belediyenin çöpçüleri ilkbaharı sever.
Kışın dondurma yemek de boğazınızı dondurur. Kar yağarken mesela, dondurmanız yemeye hazırdır, ama yemek mümkün değildir. Sonracıma canınız hiç giyinmek istemez, hep çıplak gezmek istersiniz ama toplum tarafından dışlanmak istemezsiniz. Okul yoktur mesela, ama bir süre sonra zaten evde oturmaktan sıkılacağınız için okulun açılmasını istersiniz. Yani üç mevsim boyunca beklersiniz, gelir, o zaman da aman şu yaz bitsin dersiniz. Ya siz tuhafsınız ya da yaz gereksiz.
Sonracıma, el ele tutuşamazsınız. Eliniz kayıverir hemen. Ama denize girersiniz. Denizde el ele tutuşabilirsiniz pekâlâ. Kumdan kale yaparsınız. Kumları eleğe koyar taşları ayıklarsınız. Sonra biriktirdiklerinizi kuma gömersiniz. Kışın rüzgârlar ve taşan dalgalar ise yine onları gün yüzüne çıkartır.
Yani kış daha gerçekçidir.
Belki de yaz hayallerle dolu olduğundan bu kadar sevilir. Ne de olsa doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Kışa da yazık. Hem kışın kumlara basınca ayağınız yanmaz. Ama kum da bulamazsınız. Çizmeler giyersiniz. Atkı takarsınız, bere takarsınız. Kazaklar giyersiniz. Kum elerken çıkabilecek değerli şeylerden mahrum kaldığınızı düşünebilirsiniz ama o da ne, karın içinde bir parıltı var!
Hem karın kokusu gelmeden duyulabilir, ya da sadece kışı sevenler hissedebilirler karın geldiğini. Yazı sevenler de, kollarını koklarlar deniz ve tuz kokusunu almak için. Güneş de kokar hem teniniz. Ama yazı seviyorsanız.
Sevmek zorunda değilsiniz.
Sonbaharı da sevebilirsiniz. Ama ben güzü çok stresli bulurum. Melankolik? Hayır.
Ama stresli. Şöyle ki; her yerden şöyle nidalar yükselir: Bu düşen de ne, tanrım bir yaprak! Hayır, olamaz!! Yooo!!
Yazı sevenler tüm sonbaharı işte böyle üzülerek geçirirler.
Sonra da yapraklar belediyenin çöpçüleri onları toplayıp kaldırım kenarlarında biriktirecek kadar çoğaldığında, onları var güçleriyle ezerler.
Mesela belediyenin çöpçüleri sonbaharı sevmez.
Kışı sevmez.
Yazı hiç sevmez.
Ama ilkbaharı severler. Çünkü ilkbahar ne çalışırken onları terletir, ne de ortada toplanacak yaprak vardır. İlkbaharda, çiçekler vardır. Yani doğa bu sefer dağıtmaz, toplar. O yüzden ortalığı toplamaya gerek yoktur.
İlkbahar aylarında belediyenin çöpçülerine baktığınızda banklarda yüzlerini güneşe verip dinlendiklerini görürüz. Süpürgelerinin ucundaki sürtülmekten erimiş dallar da dinlenir.
Belediyenin çöpçüleri ilkbaharı sever.
Pazar, Ekim 11
Cumartesi, Ekim 10
Çarşamba, Ekim 7
ssey-morri-say morrey!
< because it's not my home, it's their
home, and i'm welcome no more
and if a double-decker bus
crashes into us
to die by your side
such a heavenly way to die
and if a ten ton truck
kills the both of us
to die by your side
the pleasure and the privilege is mine>>
home, and i'm welcome no more
and if a double-decker bus
crashes into us
to die by your side
such a heavenly way to die
and if a ten ton truck
kills the both of us
to die by your side
the pleasure and the privilege is mine>>
Salı, Ekim 6
Pazartesi, Ekim 5
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)