Pazartesi, Aralık 28

le parapluie.

bugün istiklalde 1 buçuk civarı (13:31) müthiş bir fırtına çıktı.
"yağmura şemsiye"ler bile kaçıştı.
kestanecinin tartısı düşüp kırıldı.
diğer kestaneciler bunu görüp kendi tartılarına sarıldılar-ki düşmesin.
yanımda bir fransız aile, 1 dakika önce aldıkları çin malı "yağmura şemsiye"nin ters dönmesi sonucu kahkaha attı.
"mais c'est pas d'accord! je n'viens pas le fermer!!"
5 dk sonra (13:36) fırtına dindi.
yerler kırık şemsiye oldu hep. belki 40 tane.
ve ben şemsiyem bu görüntüyü görmesin diye çıkartmadım.
fransızca konuşmayı- hatta duymayı bile özledim.
ağladım.

Cumartesi, Aralık 26

shake this pierre.

sinek öldürünce machbeth'in annesi gibi davranmak:
-bu eller! bu ellerin kanı asla gitmeyecek! şuna bakın, bu kan kokusu ne kadar yıkasam da gitmiyor ellerimden!

about a "Rangifer Tarandus".

uçan rengeyiğim olsun istiyorum.
söz, burnuna kırmızı top takmiycam.

Salı, Aralık 22

ms. sainte.

azize okullarından mezun olmuş yarı-azize insanlar vardır.
aziz sanmış bulundukları ifritler ağlamasın diye günahkâr olmuşlardır.

1 çocuk 1 duvar yumruklar, 2 çocuk 2 duvar.

alt komşum össye çalışıyo.
bize yazık.

Pazartesi, Aralık 21

I'm a man trapped in a man's body.

are we human?

Duyduğuna değil, bildiğine inanmalı insan.

Bazen diğerinin duymak istediğini söyler insan.

Bazen de diğeri gitsin diye yalan söyler insan.




Salı, Aralık 15

4feetaway.

kahve içmeyi seviyorum.
içine vanilyalı dondurma koyuyorum bazen, 1 top.
o zaman daha çok seviyorum.

kendimi hiç kötü hissetmiyorum.
çok mutluyum aksine.
uyanınca uzun uzun gülümsüyorum, günüm daha güzel geçiyo.

facebook'ta status kısmına bişiler yazmayı seviyorum.
abuk subuk da olsa yazıyorum.
sonra bakınca birilerinin yorum yazmış olması hoşuma gidiyo.

ajandama tuhaf tuhaf şeyler yazıyorum. sembollerle.
sonradan baktığımda ben bile anlamıyorum.
ama kafamın bazen çok fazla çalışmasını gizliden gizliye seviyorum.

aylardır 20 derste ispanyolca diye bi kitaptan ispanyolca öğrenmeye çalışıyorum.
-1 cümle ilerleyemedim.
bir de fransızca bilince kolay olur diyolar.

google'ın, ediyle büdünün el salladığı doğumgünü logosunu printerdan çıkarıp panoma raptiyeledim.
arada bir kafamı kaldırıp kazaklarının ne güzel olduğunu düşünüyorum.

2 tahta baykuşum var.
Biri roderick, diğeri kippe.
bir arkadaşım onlar kendi odasında olsa korkudan uyuyamayacağını söylemişti.
katılmıyorum.

yaban ördeğim olsun istiyorum.
bahçeye koyduğum mermer muslukta yıksansın, sonra serçe arkadaşlarını çaya çağırsın istiyorum.


parov stelar'ı seviyorum.
lost in amsterdam parçasının telif haklarını almak istiyorum.
2 günde tam 65 defa dinledim çünkü.

jeff buckley yüzünden ölü-sevici olabilirim.

"meğer ki" bağlacını bir arkadaşım bana öğretene kadar yanlış kullanıyordum.
öğretti.
artık doğru kullanıyorum.

aynı arkadaşım bana pinokyo dedi.
kırmızı bi şapkam olduğu için söylediğini sanıyorum.
başka bi nedeni olamaz.

çok uzun bir apartmanda oturmuyorum.
çok yüksekte de oturmuyorum.
ama bazen yoldan geçenleri seyredememek beni üzüyo.

ama bulutları seyretmek bana zevk veriyo.
halıma yatıyorum sırtüstü-
ve belki 1 saat orada yatıp hökyüzünden geçen kuşları, uçakları ve şekil değiştirerek gizlenen bulutları seyrediyorum.

yazı yazmayı seviyorum.
daktilom olsa daha çok severdim.
ama kalem cızırtılarım da beni mutlu ediyo.

4 yaşındayken elime kağıt kalem alıp yazı yazmaya çalışıyodum.
ablam da 4 yaşındayken kitap okumaya çalışırmış.
o çok okudu, ben de çok yazdım.


hukuk okuyor olmaktan utanıyorum.
sanatla alakalı birşey okuyor olsaydım,
en azından düşünceye dayalı bir esere sahip olurdum.




Pazartesi, Aralık 7

peynir diyin: peyniiiir

I love mac'n'cheese when I can't sleep.

Pazar, Aralık 6

know your onion!

efendim aralık ayına da girdik. havalar soğusun istiyorum hani, daha da. ama kar yağsın. kar yağmayacaksa hava da soğumasın. saçma sapan yağmur yağmasın yani.
gerçi zavallı balıkların suları tazelensin göllerdeki.
tamam yağmur yağsın.
yağ yağmur yağ.

Cuma, Aralık 4

enchevêtrement.

"Cats are smarter than dogs. You can't get eight cats to pull a sled through snow.”

L-I blame myself. I may have been too needy with snow. Too clingy. So it had no choice but to push me away, create a boundary.
R-Snow and men have a lot in common.

Cuma, Kasım 27

Eeeet's A Cranberry!


şu cranberry denen zıkkımı çok seviyorum yahu. İlk ingiltere'de yemiştim mereti. (buse sağolsun:) )
bi geldim türkiye'ye benle beraber gelmiş heralde hop hop uçakta.
kavanoz kavanoz.
başıma bi felaketler gelicek. ama dur bakalım daha.

ha-a-apşuu!

Çarşamba, Kasım 25

yaşasın grev.

başbakana hakaret ediyorum.
ediyorum,
ediyorum,
popom kuru kalıyo.

Pazartesi, Kasım 23

Cumartesi, Kasım 21

but something is happening and you don't know what it is, do you mr. nixon?





ly-lone wants to go away.











kârlı cumartesiler!


cumartesileri sevmiyorum. sisli cumartesileri hiç sevmiyorum. sevmiyorum işte. banane. güneşli cumartesileri de sevmiyorum; yağmurlu olanları da sevmediğim gibi.
karlı cumartesileri seviyorum ben.

Cuma, Kasım 20

ô ma p'tite.

ne var yani ben şimdi sokakta yürürken içime başka bi' selva girse, bu konuşan selva da çıksa gitse, şu anki hayat karmaşama da zorla ötekileştirilmiş diğer selva katlansa; olmaz mı yani? hı?
zorla ağzına bamya sokulmuş zavallı yabancı selva, ağlamaya başlasa, ben gidicem istemiyorum bu bedende olmak diye, ben de kıyamasam ona, geri gelsem..
15 gün sonra gerçekten dayanamasam, tekrar çıkmak istesem kişiselleştirilmiş zindanımdan; ama üstümdeki ince buz kabuğu tık diye kapanıverse..
el yordamıyla çıkmaya çalışsam- kırabileceğim bir nokta arayarak- soğuktan gözlerim donmuş halde, dokunsam soğuk suyun altından buza parmağımla, kendi yansımamı görsem incecik ipek buzda. korkmuş/donmuş gözlerimi görsem bir saniyeliğine. kendimden tiksinsem, korksam sonsuza dek.
ve asla geri gelmesem?

"Oh my god, please take me now
I'm ready for ascension
If I only knew how
Give me wings give me wings
Now I'm stuck on the ground
Recieve this blood and bones
I'm homeward bound"

Çarşamba, Kasım 18

I am opposed to writing about the private lives of living authors and psychoanalyzing them while they are alive.*

yine de, bazen biyografimi filme çekmelerini istiyorum. kitabını yazmasınlar ama. filme çeksinler. ünlü ya da zengin olmayı arzuladığımdan değil, hayır, sadece ben olmayan birinin ben olması mümkün mü onu görmek istiyorum.




*ernest hemingway.

Çarşamba, Kasım 11

if you seek liberalization;

"Mr. Gorbachev, open this gate. Mr. Gorbachev, tear down this wall!"

winterbourne is in vevey.

say goodbye to daisy miller.

Pazartesi, Kasım 9

500 days of summer.


"I just don't feel comfortable being anyone's girlfriend. I don't actually feel comfortable being anyone's anything."


and if a double-decker bus, crashes into us, to die by your side, is such a heavenly way to die.

birşeyin üzerinize doğru koşarak ve çığlıklar atarak geliyor olduğunu görürseniz, ister istemez kenara çekilmeniz gerek.
aksi halde bu üzerinize doğru gelen şeyin size çarpması çok büyük bir olasılıktır.
peki denemeye değer mi?
işlek bir caddenin ortasında kıpırdamadan dikilirseniz, size birşeyin çarpması olasılığı; bomboş bir sokakta sizin üzerinizden geçmesinden azdır aslında.
çünkü karşısına çıkanlar için hazırlıklıdır işlek-cadde-şoförü. dolayısıyla siz isterseniz yola sandalye çekip örgü örün, mümkün değil çarpmaz.

ama boş-sokak-şoförleri önlerine bakmazlar ki.

işte bugün, 09.11.09'da bu denklemi erkekler için uyguluyoruz!
buyurun inceleyelim:
erkekler siz arayınca çıkmazlar karşınıza. (söz konusu işlek caddede sizin erkek arıyor olduğunu tahayyül ediyoruz- ve evet her denklem biraz sakattır. "erkek aramak?" neyse. ) halbuki siz o caddenin ortasına o şey size çarpsın diye oturmuşsunuzdur ama çarpmaz.
hayır.
siz aramayınca çıkarlar, aynı boş sokakta poponuzu sıyırıp geçen arabalar gibi.
ya da çarpan arabalar gibi.
beni araba çarptı.
hı?
evet, canım yanıyo.
halbuki siz tamamen başka bir dünyadasınızdır o sokakta yürürken, hayatınız vardır, sadece size ait.
sırlarınız vardır. vb.
demek ki, asla asla arabanın bize çarpmasına izin vermiyoruz. verirsek bu sırları paylaşmamız gerekir
ki-
paylaşmakta gecikirsek,
sonumuz ne hale gelecektir?
bknz. önceki araba çarpmaları

Cumartesi, Kasım 7

math and science do prove useful.

bazen öyle mutlu oluyorum ki; yüzüme öyle kocaman ve huzur dolu bi mutluluk gülümsemesi oturuyo ki,
nerdeyse bunu kaybetmekten korktuğum için ağlayacağım arkasından.

Cuma, Kasım 6

an article can never be too long for sesame street.


edi ve büdü yataklarında uyumaktadırlar.
büdü: edi saat kaç
edi: bilmiyorum boş ver saati yat uyu.
büdü: ama saati merak ediyorum.
edi: boşver çok uykum var
büdü: saat kaç?
edi kızararak kalkar, pencerenin camını açar ve bağırmaya başlar.
edi: Heyooooooouuuuu
Dışarıdan dairelerin ışıkları yanar ve sesler duyulur: Saat sabahın dördü, ne bağırıyorsun diye..
edi büdüye döner:
edi: saat dörtmüş büdü
ve yatağına yatar, uyur...

Çarşamba, Kasım 4

manic street depressions

Ceza hukuku notlarımdan:
tarih 02/12/08.

SUÇUN UNSURU
-Kanuni unsur
-maddi unsur
-Hukuka aykırılık: "Bunu böyle kabul edersem sonra nolur?" and if you tolerate this than your children will be next.
AYm.25/II bişiden kaçarken başkasına çarpıyorum. -ölürse ceza yok.


NB: (cezadan kaldım geçen sene.)

Cumartesi, Ekim 31

raindrops keep falling on my head.

biraz daha yağmur yağarsa okula salla gidicez yarın. bana göre hava hoş gerçi, sal yapıp okula gitmek taksime giden dolmuş bulmaktan daha kolay olsa gerek.

Pazartesi, Ekim 26

bipolar.

Printer'ımın siyah mürekkebinin bitmesini seviyorum.
Çünkü sadece o zaman renkli mürekkeple basmak aklıma geliyor sıkıcı metinlerimi.

Pazar, Ekim 25

inanmıyorum.

inananlara da inanmıyorum.

Cumartesi, Ekim 24

tavşan besleyene kılavuz.

1.
Tavşan besleyen,
havuç da yetiştirmelidir.

2.
Tavşan besleyen,
evinde attığı her adıma da
dikkat etmelidir ——
tavşan, kendisine havuç verenin
ayaklarını tanır; zıplaya zıplaya,
geliverir...

3.
Tavşan besleyen,
evdeki bitkilerini de emniyete almalıdır —
hatta, kağıtlarını ve kitaplarını ve espadrillerini
ve halılarının püsküllerini ve yırtık blue-jean'lerinin
açıkta kalmış ipliklerini bile —— tavşan,
kemirebileceği herşeyi kemirir.

4.
Tavşan besleyen,
pazardan, maydanozu beşli demetlerle;
pancarları ve turpları, sapları;
kıvırcık ve marulları da, dış yaprakları
kesilip atılmadan almalıdır.

5.
Tavşan besleyen,
meyve ve sebzeleri —örneğin armutları
ve patatesleri— soyar ve ayıklarken,
olağan durumlarda olduğundan daha müsrif davranmayı da
öğrenmelidir —— tavşan besleyen için kendi yiyemeyeceği
ya da yemediği bitki kabukları, sapları, kökleri,
'çöp' değildir, artık...

6.
Tavşan besleyen,
evinin içindeki bütün geliş-gidişlerini,
gerçi hiçbir yargıda bulunmadan, izleyen;
ama, sürekli üzerinde tuttuğu gözüyle
çok temel bir talepte bulunan, bir canlı ile birlikte yaşamayı
—— onun varlık talebini
hesaba katmayı da, öğrenmelidir.

7.
Tavşan besleyen,
arada bir, iç çamaşırlarına dek
—pekâlâ : kokusuzca; ama, sıcak sıcak
ve yapış yapış...— ıslatılmayı da göze almalıdır ——
ya da, gecenin bir vakti, yatağında, koynunda,
kıpır kıpır bir canlı bulmayı...

8.

Tavşan besleyen,
ortalık fazlaca uzun bir süre hareketsiz kaldığında,
hemen şüphelenmelidir :
ya halıların püskülleri, ya balkondaki bitkiler,
ya da kurumaları için kitap yığınlarının üstüne,
gazete kağıtlarına serdiği kereviz yaprakları,
tehlikededir.

9.
Tavşan besleyen,
birlikte yaşadığı varlığın —canlının—, kendisini,
kendi hiç de ihtimal veremeyeceği —yakıştıramayacağı—
ölçüde iyi izleyebildiğini, hatta anlayabildiğini, giderek
tanıdığını ve bildiğini de hesaba katmalıdır
—bu böyleyse, bu bilginin nasıl birşey olduğunu
hiçbirzaman bilemeyeceğini bilse—;
bu, yalnızca kendi kurduğu birşeyse de; bunu da, pekâlâ,
bilse, bile...

10.
Tavşan besleyen,
bütün yakınlaşma çabalarının yanlış anlaşılmasına;
ama, her yakınlaşma çabasına karşılık hemen bir
yakınlaşma bulmaya da alışmalıdır ——
bunun, giderek, ne denli anlamsız olduğunu
anlasa da —— kendini hiç korkmadan ayaklarına
atan bir canlının bu korkusuzluğunun —güveninin(?)...—
nereden kaynaklanabileceğini de hesaba katarak...

11.
Tavşan besleyen,
daha önce ne yapmış olursa olsun,
en ufak bir yakınlaşma girişiminde
bulunduğunda, bütün geçmiş yapılanları unutup
—bağışlayıp(!)— yakınlaşacak
bir canlının sorumluluğunu üstlenmeye de hazır
olmalıdır —— bunun ne denli
anlamsız olduğunu bile bile...

12.
Tavşan besleyen,
kendisini sürekli anlamağa çalışan;
ama, hiçbirzaman anlayamayacak
—sürekli yakınlaşmağa çalışan; ama, hiçbirzaman
yakınlaşamayacak— bir varlığı anlamağa;
ona yakınlaşmağa, çalışmayı da öğrenmelidir ——
bile bile...

13.
Tavşan besleyen,
uzaktan ve sessizce kargışlanmaya da hazırlıklı olmalıdır
—— arada, gözlerinin içine —garip bir biçimde
anlayarak, bilerek— bakıldığını kurmaya da...


Oruç Aruoba
Uzak
Metis Yayınları

Çarşamba, Ekim 21

life is a vegetable etc.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Et_cetera

"Birçok sebzeye ihtiyacımız var: pırasa, ıspanak, kereviz, et cetera."

Pazar, Ekim 18

forget it jake, it's chinatown.

if you can't forget, you can always run away, you know.

Çarşamba, Ekim 14

ne var yani biz kahve içeriz ve bundan da mutluluk duyarız.

Okul makinalarındaki kahvelerin markasını falan değiştirmişler sanırım. tadları korkunç. Sorun değil, yine de içerim; kahve gibi kokuyor çünkü diye düşünerek günde 10 tane içtikten sonra aklımı kaçırma riskiyle bu alışkanlıktan vazgeçip, bunun üzerine diğer korkunç kahve partikülleri içeren john's coffee'den içmeye başlayıp; her kahveye 1 TL değil de 3,00 TL vermeye başlayınca sanki daha az içmeye başladım.
Heyhat! Tanrım sen okuldaki kahve satan firmayı iflas ettir.
Zaten eskiden John's Coffee tarafından işletilen Markiz Pastanesi de, terk eylenmiş yine John's Coffee tarafından. Artık orası yemek bıttırısı.

this is totally against jonathan swift.

Radio for overseas listening.



http://www.bbc.co.uk/reception/info/pdf/factsheet_radiooverseas.pdf

ben havada durabiliyorum.

çünkü; "Bana otobüste bi' haller geldi."

Pazartesi, Ekim 12

official.

Cibelle - Green Grass - Official Video from Gustavo Guimarães on Vimeo.

yaz.

Yaz. Güneş doğunca havanın sıcak olduğu dönem. Oldukça sıcak. En sevilen yemeği dondurmadır. Ama tuhaftır ki yazın dondurma yemek imkânsızdır. Çünkü hava öylesine sıcaktır ki dondurma ağzınızdan çok ellerinizi sevindirmeye çalışır.
Kışın dondurma yemek de boğazınızı dondurur. Kar yağarken mesela, dondurmanız yemeye hazırdır, ama yemek mümkün değildir. Sonracıma canınız hiç giyinmek istemez, hep çıplak gezmek istersiniz ama toplum tarafından dışlanmak istemezsiniz. Okul yoktur mesela, ama bir süre sonra zaten evde oturmaktan sıkılacağınız için okulun açılmasını istersiniz. Yani üç mevsim boyunca beklersiniz, gelir, o zaman da aman şu yaz bitsin dersiniz. Ya siz tuhafsınız ya da yaz gereksiz.

Sonracıma, el ele tutuşamazsınız. Eliniz kayıverir hemen. Ama denize girersiniz. Denizde el ele tutuşabilirsiniz pekâlâ. Kumdan kale yaparsınız. Kumları eleğe koyar taşları ayıklarsınız. Sonra biriktirdiklerinizi kuma gömersiniz. Kışın rüzgârlar ve taşan dalgalar ise yine onları gün yüzüne çıkartır.
Yani kış daha gerçekçidir.
Belki de yaz hayallerle dolu olduğundan bu kadar sevilir. Ne de olsa doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Kışa da yazık. Hem kışın kumlara basınca ayağınız yanmaz. Ama kum da bulamazsınız. Çizmeler giyersiniz. Atkı takarsınız, bere takarsınız. Kazaklar giyersiniz. Kum elerken çıkabilecek değerli şeylerden mahrum kaldığınızı düşünebilirsiniz ama o da ne, karın içinde bir parıltı var!

Hem karın kokusu gelmeden duyulabilir, ya da sadece kışı sevenler hissedebilirler karın geldiğini. Yazı sevenler de, kollarını koklarlar deniz ve tuz kokusunu almak için. Güneş de kokar hem teniniz. Ama yazı seviyorsanız.

Sevmek zorunda değilsiniz.

Sonbaharı da sevebilirsiniz. Ama ben güzü çok stresli bulurum. Melankolik? Hayır.
Ama stresli. Şöyle ki; her yerden şöyle nidalar yükselir: Bu düşen de ne, tanrım bir yaprak! Hayır, olamaz!! Yooo!!
Yazı sevenler tüm sonbaharı işte böyle üzülerek geçirirler.
Sonra da yapraklar belediyenin çöpçüleri onları toplayıp kaldırım kenarlarında biriktirecek kadar çoğaldığında, onları var güçleriyle ezerler.

Mesela belediyenin çöpçüleri sonbaharı sevmez.

Kışı sevmez.

Yazı hiç sevmez.

Ama ilkbaharı severler. Çünkü ilkbahar ne çalışırken onları terletir, ne de ortada toplanacak yaprak vardır. İlkbaharda, çiçekler vardır. Yani doğa bu sefer dağıtmaz, toplar. O yüzden ortalığı toplamaya gerek yoktur.

İlkbahar aylarında belediyenin çöpçülerine baktığınızda banklarda yüzlerini güneşe verip dinlendiklerini görürüz. Süpürgelerinin ucundaki sürtülmekten erimiş dallar da dinlenir.


Belediyenin çöpçüleri ilkbaharı sever.

everytime.

Oi Va Voi "Everytime" from Kijek / Adamski on Vimeo.

Cumartesi, Ekim 10

hamaktarahatedenlerdenmisinizdir?

Çarşamba, Ekim 7

ssey-morri-say morrey!

<because it's not my home, it's their
home, and i'm welcome no more
and if a double-decker bus
crashes into us
to die by your side
such a heavenly way to die
and if a ten ton truck
kills the both of us
to die by your side
the pleasure and the privilege is mine>>

pokeuçuş.

Pokemon'un hayvan dövüşünü 21. YY' a taşıdığı gerçeği.

best scene ever.


Salı, Ekim 6

red-ish dream ons.

onlarca mektup yazdım sana hiç vermemek üzere. hepsi kırmızıydı.

Salı, Eylül 22

The aliens did it.

"Napolyon olduğunu sürekli düşlemekten hoşlanan adamla, kendini Napolyon sanan adam arasındaki fark, mutlu hayalci ile mutsuz şizofren arasındaki farktır." demiş Orhan Pamuk, İstanbul adlı romanında. Yani biz de, diyebiliriz ki; gece yıldızları görmek için gökyüzünü sürekli seyreden adamla, bir Nasa çalışanı arasındaki fark, birinin sadece gece, diğerinin ise hem gece hem de gündüz yukarıya bakıyor olmasıdır. "Bir başka dünya hayal etmeden, bir başka kimliğe bürünmeden yaşayamayan 'şizofrenik' kişiyi çok iyi anlarım ama, ikinci aleme esir olduğu, geri dönebileceği mutlu ve sağlam bir 'asıl' dünyası olmadığı için şizofrenlere acır ve onları (gizlice) küçümserim" diye devam eder Orhan Pamuk, romanında. Bunu kendi örneğimize uyarladığımızda aslında bir Nasa çalışanının mutsuz olduğunu çıkarıyoruz.
Çünkü, bir Nasa çalışanı, sabah kalktığı zaman da bir Nasa çalışanı olmaya devam eder. Ama gece yıldızları görmek için gökyüzüne bakan adam, ertesi sabah bir daha kafasını kaldırmamaya karar verebilir.
Nobel Edebiyat ödülü veren tayyörlü teyzelerle, papyonlu amcalar uzaybilimine inanmıyor olabilirler mi? İnanmıyorlarsa, bu onların hayalgüçlerinin olduğu anlamına mı, yoksa olmadığı anlamına mı gelir peki?

Cuma, Eylül 18

Predictions are for gypsies

Görüldüğü üzere, okulun başladığı ilk hafta sıkıcı, hayata karşı umutsuz, ve hatta vahşi başladı da denebilir.
Anladığımız üzere içilen kahve sayısı ile günün iyi geçeceğine dair duyulan iyiniyet paralel olarak ilerliyor. Enerji ile okulda bulunma isteği ortaklaşa ilerliyor gibi görünse de, aslında alakasız.
Sonuç olarak, eğer sabahları şurdan dolmuş bulamazsam, vapurla da geçmeyip evime geri döneceğim. Evet!